Yeniden merhaba !
Bugünde dinlemeye fazlasıyla değer bir röportaja yer vermek istedim. Fakülteden hocam ve Milliyet Gazetesi’nin Polis – Adliye Muhabiri olan çok sevgili Gökhan Karakaş sayesinde tanıştığım ve röportaj yapma fırsatı bulduğum sevgili Gülçin Söğüt’den bahsetmek isterim sizlere. Aslen Adanalı olan Gülçin Söğüt, üniversite eğitimi için İstanbul'a gelmiş. Başarılı eğitim hayatı, başarılı kariyer basamakları derken bu sistemin kendisi için uygun olmadığını fark ederek çocukluğundan beri hayalini kurduğu keşfetmeye başlıyor. Yıllarca plaza hayatında çalıştıktan sonra bu hayatın kendisine göre olmadığını farketmesinin dönüm noktası olarak annesini 2013’de kaybetmek olduğunu dile getiriyor. Aynı yıl motorsikletle çıktığı yollarda Hollandalı eşiyle tanışarak tek başlayan yolculuk iki kişiyle devam etmekteyken yolda maalesef meme kanseri olduğunu öğreniyor. El değmemiş topraklara kadar varan yolculuğuna ara vermek durumunda kalarak Türkiye’ye geri dönüp tedavisine başlamış. İyileşme sürecine girer girmez yollara çıkmayı planlayan Söğüt, gezi sevdasını ve yaşadığı meme kanserini birleştirerek kadınlara hem motorsiklete binip hemde kanser savaşçısı olabileceklerini gösteren bir farkındalık projesi yapma çalışmalarına başlamış.
Öncelikle kanser hikayenizden çok etkilendiğimi söylemek isterim çünkü bir yerde kader ortağıyız diyebilirim. Bende kanseri atlattım ve şunu açıkça gördüm ki; bizim herşeyden önce “umut”a ihtiyacımız var. Sadece kanser için değil sevmek için, mutlu olmak için, gülmek için, şükretmek için.. Biz bu umudu bulduğumuz için çok özel insanlarız.. Öncelikle böyle bir hastalıkla mücadele ederken, asla solmayan içten ve pozitif enerjiniz için çok teşekkür ederim. Bu gerçekten bulaşıcı bir şey.
Kanserle mücadele eden kişilerin bu yolda yalnız olmadıklarını bir kez daha vurgulamak adına ilk sorum şu; kanser olduğunuzu nasıl öğrendiniz ? Sonrasında ne hissettiniz?
Aslında bu çok enteresan bir hikaye. Eşimle tanıştıktan sonra aile olma konusunda hem fikirdik yani bir çocuğumuzun olmasını istiyorduk. Afrika’ya gidip geldik ve tüp bebek tedavi sürecine başladık.
"Kanser çok sinsi ve namussuz bir şey"
Öncelikle bu tüp bebek tedavi süreci için bana kan testleri yapıldı, hormonlara
bakıldı, her şey gayet normaldi ve temel muayeneleri geçmiştim. 6 ay sonrasında tüp
bebek tedavisi olup yola böyle devam etmek istedik. Bir sabah uyandığımda
göğüsüm de kist vardı. Olmayan, bir anda uyanan bir kist buldum. Apar topar
mamografi çektirdim onun üzerine. Mamografide de ultrasonda da doktor ikinci testleri istedi. Onun üstüne biyopsi yapıldı ve sonuçlar geldi. Asıl enteresan olan
ise sonucun geldiği gün kist kaybolmuştu. Çünkü kanserim o kistle alakalı
değilmiş. O kist sadece hastaneye gitmem için beni uyaran bir şeymiş. Eğer
hamile kalsaydım o östrojen hormonuyla ne benim ne de çocuğumun hayatta kalması
mümkün olmazdı. Ondan sonra tedavi süreci başladı ve ameliyat oldum. Ameliyatta
başka yerlere de bulaştığı ortaya çıktı. Ben bunu ameliyattan sonra öğrendim. Kanser çok sinsi ve namussuz birşey aslında. Zaten öğrendiğim anda bu şey, vücuda bir şekilde girdiyse kemoterapi sürecide
başlayacak diye düşündüm. Kabul etmek istemedim çünkü sağlıklı hücrelerimi de
yok edecekti. Çok enteresan bir şekilde doktorun ağzından çıkan tek şey
“saçların yeniden çıkacak üzülme” oldu. Ben saçlarıma üzülüyorum demedim ki? Afrika
gibi hastalıkların çok yaygın olduğu bir kıta da yolculuk yapıp hastalanmadım ve o
hücrelerim o kadar sağlıklı ki, hasta olan bir hücre için milyonlarca hücreden
vazgeçmekten bahsediyorlar ve onların hepsini yok edeceklerdi, benim üzüldüğüm
şey aslında buydu. Ben yeni gelen vücudumu tanımayacağım, yerlerine gelen yeni
hücrelerim neye ne tepki verecek bunu bilmiyorum. Ayrıca eşim beni nasıl görecek
onu da bilmiyorum. Benim açımdan bir sıkıntım yok dedim. Acaba o bunu kabul
edebilecek mi ben onu düşünüyorum dedim.
Kanser tedavisi gören birçok kişi saçlarının dökülmesini
peruklarla gizlemeye çalışıyor. Siz bu konuda ne gibi bir süreç yaşadınız? Buna
gerek duydunuz mu?
"Eşimle beraber kel kaldık"
Saçımı hastanede erkek kardeşim kazıdı. Bu videoları hazırlıyorum, yayınlayacağım zaten. Benim saçlarım kazındıktan sonra eşim benimde
saçlarımı kazı diye kardeşimin önündeki sandalyeye oturdu ve ikimiz birden kel
olduk. Ondan sonra ben daha fazla gülümsemeye başladım. Hadi bunu yayınlayalım
dedik, insanlar bunu görsünler. Çünkü bu utanılacak bir şey değil. Hiç peruk
kullanmadım. Dedim hayır bu benim utanacağım bir şey değil.
Gezgin ruhlu bir kişiliğe sahipsiniz. Ve evet maalesef ki
uzun bir dönem istirahat etmek zorunda olduğunuz bir hastalıkla mücadele
ediyorsunuz. Bu açıdan sizin için tedavi süreci nasıl geçti?
"Ben hastaneye değil,yollara
aitim"
Ben çok hızlı adapte oldum aslında. Çünkü bu hastalık bana bir şekilde geldi ve kaçışım yoktu. Tüp bebek için tedavi sürecine başlarken kansere yakalanınca, doktorlarla konuştuk ve yumurtaları donduralım o umudu kaybetmeyelim dedik. Sonrasında kemoterapi sürecine başladık . Her şey yolunda gidiyordu ki akciğere emboli attı, ölümden döndüm. Hastanede çok zorlu bir süreç geçti. Doktorlar 6 ay kalacaksın dediler ama ben 3 hafta sonra çıktım hastaneden. Doktorlar benim yerime ağlıyorlardı mesela hastanede. Çok enteresandı. Portu çıkarttılar, kolumda ilaçlardan dolayı yandı. Kemoterapi tedavisinden dolayı bir sürü ilacın ve antibiyotiğin tek koldan gitmesi gerekiyor. 10 farklı hemşire 10 farklı damar yolu açmaya çalıştılar ama açılamadılar. Doktor diyor ki: artık yeter ben bu kıza hap vereyim. Benim söylediğim şey şu; doktora sordum bu hapı verirsen ne olucak? Damardan verirsen ne olacak? Doktorda bana:" hapı verirsem 3 haftada iyileşeceksin, damardan verirsem 2 günde toparlanabilirsin " dedi. Bende bunun üzerine hemen kolumu göstererek açın dedim. Bu da benim hayata bakış açım dedi (Gülümseyerek). Bende hep şu düşünce vardı; "ben hastaneye değil yollara aitim" diye diye nasıl geçti, bu noktalara nasıl geldik derken şaka gibi bir sene oldu. Ama öyle bir geçiyor ki dönüp de videolara bakıyordum, ve evet orada yatan benim, kemoterapi ilaçlarını alıyordum ama sanki ben değilmişim gibi. Bilmiyorum psikolojin de belki bunu reddediyorsun yada kabullendin. Hayat devam ediyor deyip devam ediyorsun hakikaten bende bilmiyorum. Yani kendini tanımla desen tanımlayamam galiba. Hayatta her şeyin bir nedeni vardır, tesadüfe yer yoktur dememizin en büyük sebeplerinden biri bu hastalık diyebiliriz. Bu kadar acıyı çekmiş olmamın muhtemelen bir nedeni var. Yaptığım kötü şeylerin bedelini böyle ödedim bu dünyada belki...
aitim"
Ben çok hızlı adapte oldum aslında. Çünkü bu hastalık bana bir şekilde geldi ve kaçışım yoktu. Tüp bebek için tedavi sürecine başlarken kansere yakalanınca, doktorlarla konuştuk ve yumurtaları donduralım o umudu kaybetmeyelim dedik. Sonrasında kemoterapi sürecine başladık . Her şey yolunda gidiyordu ki akciğere emboli attı, ölümden döndüm. Hastanede çok zorlu bir süreç geçti. Doktorlar 6 ay kalacaksın dediler ama ben 3 hafta sonra çıktım hastaneden. Doktorlar benim yerime ağlıyorlardı mesela hastanede. Çok enteresandı. Portu çıkarttılar, kolumda ilaçlardan dolayı yandı. Kemoterapi tedavisinden dolayı bir sürü ilacın ve antibiyotiğin tek koldan gitmesi gerekiyor. 10 farklı hemşire 10 farklı damar yolu açmaya çalıştılar ama açılamadılar. Doktor diyor ki: artık yeter ben bu kıza hap vereyim. Benim söylediğim şey şu; doktora sordum bu hapı verirsen ne olucak? Damardan verirsen ne olacak? Doktorda bana:" hapı verirsem 3 haftada iyileşeceksin, damardan verirsem 2 günde toparlanabilirsin " dedi. Bende bunun üzerine hemen kolumu göstererek açın dedim. Bu da benim hayata bakış açım dedi (Gülümseyerek). Bende hep şu düşünce vardı; "ben hastaneye değil yollara aitim" diye diye nasıl geçti, bu noktalara nasıl geldik derken şaka gibi bir sene oldu. Ama öyle bir geçiyor ki dönüp de videolara bakıyordum, ve evet orada yatan benim, kemoterapi ilaçlarını alıyordum ama sanki ben değilmişim gibi. Bilmiyorum psikolojin de belki bunu reddediyorsun yada kabullendin. Hayat devam ediyor deyip devam ediyorsun hakikaten bende bilmiyorum. Yani kendini tanımla desen tanımlayamam galiba. Hayatta her şeyin bir nedeni vardır, tesadüfe yer yoktur dememizin en büyük sebeplerinden biri bu hastalık diyebiliriz. Bu kadar acıyı çekmiş olmamın muhtemelen bir nedeni var. Yaptığım kötü şeylerin bedelini böyle ödedim bu dünyada belki...
Bu hikayenizi paylaşan, çocukluk çağı kanserleriyle savaşan maalesef ki küçücük çocuklar var. Hastanede
hiç onları görme şansınız oldu mu? Ne hissettiniz?
"3 yaşındaki çocuk "canım yanıyor" diye ağlıyordu."
Kemoterapi sırasında ağlayamadım bile sırf kanserle mücadele eden çocukları gördüğüm için... Kemoterapiyi onkoloji bölümünde alıyorsun. Orada küçücük çocuklar var, daha 6 aylık bebek bile vardı, kan kanseri... Damar yollarını
bulup kemoterapi vermeye çalışıyorlar 6 aylık bebeğe. Ben kendi sıkıntımı
anlatabiliyorum hiç değilse ama o daha küçücük, anlatamaz derdini… Yada 3
yaşında ki çocuk kemoterapi alırken annesi kucağında gezdiriyordu onu, çocuk "canım
yanıyor" diye ağlıyordu. Anne ne yapabilecek ki? Onları gördüğümde "Gülçin
saçmalama bak bu kadarcık çocuklar bu acıyı çekerken sen dönüp te ağlarsan
sana yuh yani" dedim. Ben tam tersi hep gülümsemeye çalışıyordum. Şimdi sorsan bana
çocukların yanına gidip teselli verebilir misin diye? Veremem…
Yıllar önce kimsesiz çocuklara yardımcı olmaya
çalışıyordum. İnsanlardan, arkadaşlardan para toplayıp kimsesiz çocuklar
evine gidiyordum, ders veriyordum. 4-5 ay kadar bunu yaptım ama daha sonra yüreğim
kaldırmadı. Çocukların hikayelerini, yaşadıklarını dinlerken çok üzülüyordum.
Bir şeyler yapmak istiyordum ama o üzüntü beni heba ediyordu. O yüzden çocuklarla ilgili konularda elimden gelen desteği uzaktan verebilirim. Çocukları çok
seviyorum sanırım bu yüzden onlara karşı bu kadar hassasım.
Çocukları gördüğünüzde ağlamamaya çalışıp, acı çektiğinizi dile getirmeye hakkınız yok gibi düşünmüşsünüz. Annenizi de kaybettiğinizi söylemiştiniz. Peki babanız sizin tedavi sürecinizde neler hissetti? Bunu sizinle paylaştı mı?
Kemoterapimin türü değişti ve bu direk iliklere oturuyor. Resmen birisi iliğimi kazıyor. Hiçbir ağrı kesici işe yaramıyor. O kadar ağlıyordum ki sözde güçlüyüm ama birisi gelip de omurumu kazarsa ona dayanacak gücüm de yok yani. Hüngür hüngür ağlarken tesellim şu; “tamam sen nice bebekleri, çocukları gördün bak ağlama, sen güçlüsün. Onların anne babaları nasıl dayanıyorlar diye bende kendi kendimi teselli ediyorum ben babamın orda olduğunu unuttum. Asıl hüzünlü olan içeride oturuyormuş, dua ediyormuş ağrım azalsın diye ve ağlayarak bana bağırdı: "sen neden bahsediyorsun, ne saçmalıyorsun? Ne fark eder 2 yaşındaymış, 6 aylıkmış ya da 40 yasındaymış diye sen benim çocuğum değil misin? Ben de aynı şeyleri yaşamıyor muyum?" Sustum, ağlamayı da bıraktım ama canım nasıl acıyor biliyor musun? Arkamı döndüm, kafamı yastığa gömdüm ve uyudum. Ben babamı hiç ağlarken görmemiştim ama babamın benimle gurur duyduğunu da biliyorum.
Peki bize detaylı olarak yapmak istediğiniz farkındalık
projenizden bahsedebilir misiniz? Bu projeyi kurgularken neler hissediyorsunuz?
Şimdi yola çıkmak istiyorum ve bir farkındalık yaratmak
istiyorum çünkü bu meme kanseri denen şey başında çok masum, grip gibi ama
kendini belli etmiyor. Bende doktorlar üçüncü evreye girerken yakaladılar ama hiçbir şeyim yoktu.
Bu bana da geldiyse, bugün bununla savaşıp hayatta kaldıysam bunun bir nedeni
olmalı. Belki birilerinin hayatına dokunacağız. Belki bir insan anne olmadan
önce benim söylediğim bir şeyi duyup mamografiye gidecek, bir şey çıkacak
ve çözüm bulabilecek.
Projenin ismi; “Erken Farket Sen Kazan”. Doğa, motorsiklet
ve sağlık farkındalığı yani meme kanseriyle alakalı. Bununla ilgili Türkiye’nin
dört bir yanını gezmeyi planlıyoruz 6 ayda 10.000 km gibi bir rotamız olacak. Doğada kamp
kurup insanlara oksijenin, doğanın güzelliğini göstermeye çalışacağız.
Motorsikletle ilgili ön yargıları kırıp, güvenliği arttırmaya çalışacağız. Hiçbir
dernekle ortak yapmayı düşünmedim. Kendi projem olsun, ben hala hastalıkla
savaşırken kimseye şunu şunu yapacağım diye söz veremiyorum, tarih koyamıyorum. Şunu bilemiyorum bir kere; ben bu tedaviyi görüyorum ertesi gün
ayağı kalkabilirim evet ama 4 gün yatıyor da olabilirim. Biraz daha kendi
kendime yapmak istiyorum ama çok fazla destek var firmalardan, sağ olsunlar.
Herkesin bir annesi, kız kardeşi, sevgilisi, eşi yada kızı var. Kadınlar kontrole
gitmeye maalesef ki korkuyorlar. Bir şey çıkarsa eyvah kocamı mı kaybediceğim
bunun bir sonraki şeyi buraya gidiyor. Çocuğum evlenecek tamam bu beklesin 6 ay
sonra baktırırım. Çocuğumun düğününe mani olmasın. Bunların hepsi aslında o küçücük
şey, sizi ölüme götürüyor. Kendini düşünmüyorsan sevdiklerini üzmeye hakkın
yok. Sen çocuğunun düğününü düşünüyorsun 3 ay sonra giderim dediğinde belki 3
ay sonra senin için geç olacak. Belki çocuğun evlendikten 3 ay sonra annesini
kaybedecek. Biz biraz bunları vurgulamak istiyoruz. Bunun beraberinde
kaybettiğimiz değerler var; sevgi ve saygı. Bunları kaybettik ülkemizde. Benim
bugün hayatta kalmamın, bu kadar güçlü olmamın nedeni budur. Sevgiyle her şey
aşılıyor. Benim hayatımda sadece olan şey meme değil. Eşim bile bana: "hayatım 3
ayda bir bu kadar sıkıntı yaşıyorsan, doktorlarında sıkıntı görmüyorsa aldır" diyebiliyor. Çünkü bizim mutlu olmak istediğimiz bir hayat var. Doktorlarda şey
modunda senin bebek sahibi olmana çalışacağız onlar yerinde dursun. Belki
çocuğunu da emzirme şansın olabilir diyorlar. Şu anda bu projelerle ilgili
görseller hazırlamayı planlıyoruz. Benim gibi meme kanserini geçirmiş, motorsiklet
sürebilen kişilerle söyleşiler yapacağız, röportajlar yapacağız. Ama insanlar
konuşmayı sevmiyor, bizde de böyle bir şey var. O kadar utanıyorlar ki
konuşmaya, yahu bunda utanılacak ne var ki? Kanser gibi bir şeyi yaşıyorsun ve
bunu birileri daha görmeli, bilmeli..
Ses getirmek zorunda değilim. Çıkıp milyonların önünde bir
şey yapıyor olman bir şey ifade etmeyecek. Benim insanlarla birebir temas
ediyor olmam lazım. Göz göze
geldiğimizde, o yakın temasta anlıyoruz aslında. Niye böyle oldum gerçekten
bilmiyorum. Ama sanırım annemden sonra böyle oldum. Annemden sonra ben o kadar
tehlikeli sporlar yapmaya başladım ki. Hepsinde de anne sana geliyorum ne olacak
ki diyordum.
Yorumlar
Yorum Gönder